Osmanlı'dan Günümüze Türkiye'de Feminist Hareketler


Ülkemizde kadın hakları ile ilgili sorunlar uzun zamandır farklı farklı bağlamlarda tartışılmaktadır. Erkek egemen toplumsal yapı, kadınların üzerinde kurulmaya çalışılan psikolojik, toplumsal fiziksel vb. tahakküm çeşitleri ayrımcılıkla mücadeleyi gerekli kılmaktadır. Cinsiyetçiliğin sebeplerinden biri olarak kadınlar ve erkeklerin doğalarının farklı olduğu savı ileri sürülmektedir. Kadınların doğanın ürünü olduğu, buna karşın erkeklerin ise toplumun ürünü olduğu düşüncesi bunda etkili olabilir. Buna örnek olarak kadın veya erkek olarak kişileştirilen bazı kavramlara dikkati çekebiliriz. Doğa ana, toprak ana, devlet baba gibi isimlendirmeler kadının daha çok doğa ve bedenle, erkeğin ise toplumla ilişkilendirildiğini gösterir. Bu düşünce ile kadın ve erkeğin arasında özcü bir farklılık olduğu ortaya konur ve ayrımcılıkların meşrulaştırılmasında bu farklılık vurgulanır.

Türkiye’de kadınların hakları için verdikleri mücadelenin tarihine bakacak olursak, Cumhuriyet’in öncesine, Osmanlı’nın son dönemlerine gitmemiz gerekmektedir. Osmanlının mevcut sosyal düzeninde hanedan üyesi olan kadınların belli bir otoritesi ve yaptırım gücü vardı. Bu kadınlar aynı zamanda pek çok cami ve imarethane yaptırmışlardı. Fakat bu durum, halk tabanındaki kadınlar için geçerli değildi.

Osmanlı’nın Batı’nın üstünlüğünü kabul ettiği ve çağdaşlaşmaya yönelik ıslahatlar yaptığı dönemde ise kadınlarla ilgili de pek çok gelişme olmuştur. Fakat kadın hakları ile ilgili ilk ses çıkaranların erkekler olduğu, başlangıçta bir ‘erkek feminizminin’ etkili olduğu bazı kaynaklarca ifade edilmiştir. Modernleşme yanlısı bazı entelektüel erkekler, görücü usulü evliliğe tepki göstermiş, iyi eğitilmiş eşlere sahip olmak istediklerini belirtmişlerdir. Belki bu söylemlerin de etkisiyle Osmanlı’da ilkokul tüm çocuklar için zorunlu hale getirilmiş, ilk kız öğretmen liseleri ve üniversiteleri de açılmıştır. Bir noktadan sonra Osmanlı toplumu içinde de ‘kadın aydınlar’ kendilerini göstermeye başlamıştır. Bu süreci yazar kadrosunun kadınlardan oluştuğu ve kadınların sorunlarının tartışıldığı bazı dergilerin yayın hayatına başlaması izlemiştir. Bu dergiler arasında en çok bilinen 1913’te yayın hayatında başlayan ‘Kadınlar Dünyası’ isimli dergidir. Bu dergi, daha öncesinde kadınlar tarafından çıkarılan yayınlar olsa da bunlar arasında feminist bir çizgide yer alması bakımından bir ilk niteliği taşımaktadır. Derginin bağlı olduğu Osmanlı Müdafaa-ı Hukuk-ı Nisvan Derneği de kadın hakları konusunda önemli çalışmalarda bulunmuştur. Örneğin 1914’te açılan İnas Darülfunununda (kadınlara mahsus yükseköğretim kurumu) dernekte gönüllü kadınların çabalarının etkili olduğu bilinmektedir. Bunun yanında kadınların devlet memuru olarak çalışmaya başlamasında da bu derneğin faaliyetleri etkili olmuştur. İstanbul Telefon İdaresinde çalışmak isteyen Bedra Osman Hanım ve arkadaşları, cinsiyetlerinden dolayı işe alınmayınca buna karşı kamuoyu oluşturulmuş ve sonunda bu kadınlar kamu görevinde çalışan ilk Müslüman Türk kadınlar olmuşlardır.


Bu dönemde feminist hareketlerin kendini göstermesi tesadüf değildir. ABD ve Birleşik Krallıkla süfrajet hareketi denen, kadınların oy kullanma hakkı için yaptıkları eylemler Osmanlı kadınlarını da etkilemiştir. Örneğin Halide Edip tarafından kurulan Teali Nisvan Cemiyeti, kadınların seçme ve seçilme hakkına sahip olması gerektiğini savunmakta ve eğitimli bir kadın sınıfının varlığı için çabalamaktadır. Bunun dışında İslam Kadınlarını Çalıştırma Cemiyeti, kadınların kendi geçimlerini sağlayabilecek konuma gelmelerini sağlamak için çalışmalarda bulunmuştur. Osmanlı Müdafaa-ı Hukuk-ı Nisvan Derneği de hukuki alanda kadını ikinci plana atan kanunlara karşı mücadele etmiştir. Boşanma hakkının kadınlara da verilmesi ve mirasta erkeklerle eşit pay alma bu istekler arasındadır.

Kadın örgütlerinin çabaları zamanla karşılık bulmaya da başlamıştır. 1917 yılında yürürlüğe giren aile kararnamesinde kadınlara da boşanma hakkı verilmiş. Evlilik yaşı 17 olarak belirlenmiş, kocanın ikinci eşe sahip olması için eşinin bunu onaylaması şartı getirilmiştir. Kanunlarda kadının konumu daha iyi bir hale getirilmiştir.

Bu dönemde kadınların çalışma hayatında daha etkin olmasında kadın derneklerinin çabaları yadsınamaz önemde olsa da Balkan Savaşlarıyla başlayan süreçte erkek nüfusunun ciddi anlamda azalması ve eleman ihtiyacını karşılayamayacak duruma gelmesi, kadınların çoğunlukla mavi yaka işlerde de olsa çalışma hayatında var olmasına sebep olmuştur.



Kadınların toplum içinde konumunun yükselmesi, cumhuriyetin ilanından sonra da devam etmiştir. Kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesi, medeni kanun ile evlilikte kadın ile erkeğin nispeten daha eşit haklara sahip olması buna örnek verilebilir. Bu dönemdeki gelişmeler her ne kadar ‘devlet feminizmi’ olarak yorumlansa da on yıllardır faaliyetler yürüten kadın derneklerinin bu gelişimde payı göz ardı edilemez. Fakat cumhuriyetin ilanından sonra Türkiye’de feminizmin konumu hakların genişletilmesinden çok bir ‘cumhuriyet kadını’ fikri üzerinden yaratılan ideal kadın prototipi ile simgeleşmiştir. Dönem dergilerinden biri olan ‘Haftalık Mecmua’da ‘Leyla Hanımı Kim Alacak?’ başlıklı bir anket buna örnek gösterilebilir. Burada Leyla Hanım, kurgusal bir karakter olup eğitimli, çağdaş, cumhuriyetin kurucu değerlerine bağlı bir Türk kadınını temsil ederken ona en layık erkek prototipi anket/yarışma yoluyla seçilmiştir, bu seçilen erkek de ideal erkek tipini sembolize etmektedir.

Her ne kadar cumhuriyet sonrası kadınların hayatında köklü değişiklikler var olmuş olsa da bu gelişmeler şehir hayatı üzerinde net bir şekilde gözlemlenmektedir. Türk kadınını temsilen şehirdeki eğitimli, bakımlı ve çağdaş kadınlar vitrini oluştururken arka planda çoğunluğu oluşturan kırsal toplum kadınının konumunda pek bir değişiklik olmamaktadır. Bunun bir sebebi olarak feminizmin endüstrileşme ve kentleşmenin gerçekleştiği ortamda var olması öne sürülebilir. Nitekim köyden kente göç sonrası şehirlerde oluşan yeni sosyal yapıda kadınların durumunda ikili bir yapı göze çarpmıştır. Köyden şehre göç eden ailelerin kadınları ya ‘ev hanımı’ oluyor, ya da düşük ücretli ve sigortasız işlerde çalışmak durumunda kalıyordu. Alpay’ın Fabrika Kızı şarkısında bu kadın tipolojisinin günlük yaşamı ve dertleri anlatılmıştır: Fabrikada tütün sarar/Sanki kendi içer gibi/Sararken de hayal kurar/Bütün insanlar gibi/Bir evi olsun ister/Bir de içmeyen kocası/Tanrı ne verirse geçinir gider/Yeter ki mutlu olsun yuvası.


Kadınların yasalar önünde erkekle eşit konuma gelmesi geçmişle karşılaştırıldığında bir gelişme olarak takdir edilse de kadınların toplum içindeki yeri tam bir cinsiyet eşitliğinin olmadığını göstermektedir. Bunda toplumun kültürel kodlarının ataerkil tutum ve pratiklerle dolu oluşu etkilidir. Kanunlar önündeki eşitlik tek başına sömürüye engel olamıyor çünkü toplumsal cinsiyet rolleri bir yandan erkeklere kadınlara ‘hükmetme’ gücü verirken, öte yandan kadınlara daha edilgen ve kabullenici roller yükleyerek cinsiyet temelli eşitsizliklerin devamını sağlamaktadır. Kadın milletvekillerinin meclis içindeki oranlarının ve etkililiklerinin düşük olması, kadınları ilgilendiren hususlarda bile karar verici konumunda erkeklerin bulunması bunlara örnek gösterilebilir. Bu noktada, 1970’li yıllarda kendini gösteren ikinci dalga feminizm, cinsiyet eşitsizliğinin sadece kamusal alanda değil özel hayatta da kendini gösterdiğini ‘kişisel/özel olan politiktir’ vurgusu ile öne çıkarmıştır. Gerçekten de kadının ev içinde yaşadığı zorluklar, yine toplumsal kodlar ve simgeler yoluyla görünmez kılınmıştır. Şiddet olaylarında failin eş olmasının kabul edilebilirliği, kadın ağzından üretilen ‘ben bilmem beyim bilir’ ya da ‘kocamdır, döver de sever de’ veya ‘kızını dövmeyen dizini döver’ gibi söylemler hane içinde kadına yönelik şiddeti meşrulaştırmaktadır. Kadının oy kullanma, miras hakları gibi haklarına yoğunlaşan birinci dalga feminizmin yetersiz kaldığı noktada ikinci dalga feminizm bir tamamlayıcı işlevi görmüştür.

Bu dönemde ülkemizde hem devlet nezdinde hem de sivil toplum seviyesinde kadın haklarına yönelik çabalar kendini göstermeye başlamıştır. Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW) 1985’te Türkiye tarafından imzalanmıştır. Bu bağlamda Osmanlı son dönemine benzer hareketler de kendini göstermiştir. 1987 yılında ‘Dayağa Karşı Dayanışma Yürüyüşü’ düzenlenmiş, feminist ideolojiyi benimsemiş dernekler kurulmaya başlanmış ve 1989 yılında büyük katılımlı bir Kadın Kurultayı düzenlenmiştir.

Her ne kadar yürürlüğe girdiği tarihte büyük bir gelişme olarak önemini korusa da Medeni Kanunun bazı maddeleri de kadın hakları bağlamında yeniden düzenlenmiştir. Kadının çalışmasının kocasının iznine bağlı olması gerektiğini öne süren 159. madde kaldırılmıştır. Bunun yanında hayat kadınlarına yönelik tecavüz eylemlerinde cezaların indirimli verilmesine sebep olan TCK maddesi de kaldırılmıştır. Kadına şiddetin önlenmesine yönelik komisyonlar kurulmuş ve bu konu hakkında bir kamuoyu yaratılmaya çalışılmıştır. Bekâret kontrolü, namus cinayetleri, aile içi şiddet ve tecavüz, cinsel taciz gibi o döneme kadar müdahale edilmemiş alanlar hakkında da kadınların hak talepleri gündeme gelmeye başlamıştır.


Bu noktada 1990’lı yıllarda üçüncü dalga feminizm etkisini göstermeye başlamıştır. Bu dalga kadınların farklı kimliklerine vurgu yapıp tek ve makbul bir kadın tipolojisinin dayatılamayacağını ve bu noktada bireylerin özgürlük alanlarına müdahale edilmemesi gerektiğini ve en önemlisi toplumun dışlanmış tüm kesimleriyle birlikte mücadele edilmesi gerektiğini öne süren fikirleriyle feminizmin yeni fraksiyonlarının doğmasına sebep olmuştur. Feminizm; LGBTİ, çevreci, savaş karşıtı vb. hareketlerle iş birliği etmeye başlamıştır. Bu bağlamda devlet nezdinde de cinsiyet eşitliğinin sağlanması yönünde bazı uluslararası protokollere katılım olmuştur. 2011 yılında imzalanmış Kadına Yönelik Şiddet ve Ev-İçi Şiddeti Önleme ve Mücadele Etme Avrupa Konseyi Sözleşmesi veya kısa adıyla İstanbul Sözleşmesinin imzalanması buna örnek gösterilebilir. Mor Çatı, Uçan Süpürge vb. feminist oluşumların sayısı artmış ve bugün özellikle sosyal medya üzerinden veya sokak eylemleri yoluyla feminizmin talepleri iletilmektedir. Feminizm bugün belki toplumun büyük çoğunluğu tarafından itibar edilmeyen ve karikatürize edilen bir ideoloji olsa da çok farklı insanları bir sınıf bilinci olarak ‘kadınlık’ etrafında toplamış ve etkilemiştir. Feminizmin liberal, Marksist, İslami ve başka birçok türden oluşumlarının temsilcileri kendilerini ifade etmeye devam etmektedir.

Fakat yine de toplumsal cinsiyet eşitliğinin ana akım olma seviyesinde olmadığı ve tüm toplum üyeleri tarafından kabul edilmediği de bir gerçektir. Meclisteki kadın vekil oranı ve pek çok meslekte erkek egemen yapı devam etmektedir. Kadına yönelik şiddet halen çözüm bekleyen bir sorun olarak varlığını sürdürmektedir ve insanların cinsiyetleri sebebiyle maruz kaldığı ayrımcılıklar/ayrıcalıklar da tükenmiş değildir.

 

Kaynakça

Coşkun, Ç. (2016). Zafer Toprak, Türkiye'de Kadın Özgürlüğü ve Feminizm (1908-1935). Osmanlı Araştırmaları, 47 (47), 449-454.

Gülcü, E, Tunç, S. (2012). Osmanlı Basın Hayatında Kadınlar Dünyası Dergisi. Çankırı Karatekin Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 3(2), 155-176. https://dergipark.org.tr/tr/pub/jiss/issue/25910/273079 adresinden alındı.

Karakuş, F. (2020, 8 23). 23 Ağustos 1990: Evli kadınların çalışması için koca izni kaldırılsın. Çatlak Zemin: https://www.catlakzemin.com/23-agustos-1990-evli-kadinlarin-calismasi-icin-koca-izni-kaldirilsin/ adresinden alındı

Leyla, Ş. (2006). Yeni Sosyal Hareketler Bağlamında Türkiye’de Kadın. Sosyoloji Dergisi, (15), 0-0. Retrieved from https://dergipark.org.tr/tr/pub/sosder/issue/40985/495126

Oktay, G. (2019, 11 8). Leyla Hanımı kim Alacak. Fiktifalem: http://fiktifalem.blogspot.com/2019/11/leylahanimi-kim-alacak-yazan.html adresinden alındı

Özcan Demir, N. (1999). II. Meşrutiyet dönemi Osmanlı feminizmi. Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 16 (2), 0-0. https://dergipark.org.tr/tr/pub/huefd/issue/41186/497461 adresinden alındı.

Suğur, S. (2019). Türkiye'de Kadın Hareketi. F. A. Koçak Turhanoğlu içinde, Toplumsal Cinsiyet Sosyolojisi (s. 217-237). Eskişehir: Anadolu Üniversitesi.

Şen, A, Kök, H. (2017). SOSYAL MEDYA VE FEMİNİST AKTİVİZM: TÜRKİYE’DEKİ FEMİNİST GRUPLARIN AKTİVİZM BİÇİMLERİ. Atatürk İletişim Dergisi, (13), 73-86. https://dergipark.org.tr/tr/pub/atauniiletisim/issue/33999/359456 adresinden alındı.

 

 

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yükleme Kuramları ve Yanlılıkları (1. Parça)

Deli Deli Küpeli (1986) Filmi Işığında Toplumsal Eşkiyalık Kavramı

Norm ve Uyma Davranışı