'Ne Olacak Şimdi' Film İnceleme
Kurumlar
Sosyolojisi Final Ödevi
‘Ne Olacak Şimdi?’ Filminde Aile ve Evlilik Kurumu
1979
yapımı Ne Olacak Şimdi; Şener Şen,
Levent Kırca, Nevra Serezli ve Perran Kutman’ın başrollerini paylaştığı,
evlilik ve aile kurumu hakkında mesajlar içeren bir komedi filmidir. Film,
Şakir karakterinin (Şener Şen) eşi Nuran’ı (Perran Kutman) aldattığı sahne ile
başlar. Nuran, Şakir’i bir otel odasında başka bir kadınlayken yakalamış ve
soluğu aynı zamanda çocukluk arkadaşı olan avukat Orhan’ın (Levent Kırca)
yanında alır, Şakir’den boşanmak için Orhan’dan profesyonel yardım ister. Bu
sırada Şakir de başka bir avukat olan Özden’in yanına gider ve boşanmak
istemediğini, karısını seven biri olduğunu ve küçük bir kıskançlık mevzusu
yüzünden yuvasının dağılmaması söyler, Özden’den avukatlık hizmeti almaya
başlar. Filmin bu sahnesinde Orhan ve Özden arasında bir telefon görüşmesi
yaşanır. Özden, meslektaşına: Anladığım kadarıyla evli değilsiniz. Ben olsam
eşimin küçük çapkınlıklarına göz yumardım, diyerek aldatmayı aklama yoluna
gider. Bu düşünce insanların esasında tek eşli canlılar olmadıkları, bu yüzden
‘özellikle erkeklerin’ bir ilişkileri olsa dahi başkalarıyla da beraber
olabileceklerini, bunun (abartılmadığı sürece) görmezden gelinmesi gerektiğini,
hatta bu sayede evlilik kurumunun devamı ve çiftlerin ilişki doyumu için de
faydalı olduğunu öne süren görüşlerin bir yansımasıdır.
Bir davranışın doğal olup olmadığını anlamak için, o davranışın hayvanlarda görülüp görülmediğine baktığımızda, hayvanlarda çok eşliliğin olduğunu, insanların da birden fazla kişiye karşı cinsel çekim hissedebileceğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Fakat, evlilik kurumunun uygulanış şekline baktığımızda da aldatma denilen olgunun, evlilik sözleşmesinde taraflardan birinin sözleşmedeki sadakat ilkesine aykırı davranması anlamına geldiği de ortadadır. Çiftler, bu sözleşmeyi imzalarken, hastalıkta sağlıkta, iyi ve kötü günlerde birbirlerinin yanında olma sözü vermelerinin yanında, evlilik süresince başka herhangi biriyle beraber olamayacağı konusunda da gizli bir anlaşmaya giderler. Tabi aldatmanın düzeyi, kişiye veya topluma göre değişebilmektedir. Kimi için partnerin karşı cinsten biriyle yemek yemesi bile aldatma sayılırken kimi bunu cinsel ilişki düzeyinde anlamlandırmaktadır. Esasında aldatma, verilen sözün tutulmaması ve dahası bu kabahatin gizlenmesi anlamına geldiği için partneri kandırmak olarak düşünülmektedir. Açık ilişki türünü benimseyen bir çiftin birbirini aldatması daha farklı meseleler üzerine olmaktadır.
Bunun
yanında insan türünün medenileşmesi süresinde inşa ettiği kurumlar, insanın
ilkel dürtülerini bastırması üzerine kurulmuştur. Örneğin adalet kurumu,
insanın içindeki intikam isteğini hukuk yoluyla bastırmak ve düzeni sağlamak
için geliştirilmiştir. Bir insanın başka bir insana yönelik giriştiği hak
ihlalinin intikamını mağdur taraf değil, mağdurun adına otorite sağlamaktadır.
Evlilik de, cinsel yaşamın düzenlenmesi rolünü üstlenen bir kurumdur ve bu
kurum tek eşlilik üzerine kurulmuştur. Artık birbiriyle ‘eşleşmiş’ olan
bireylerin bu çizgiyi aşması, güvenilirliği zedelemektedir. Fakat kültürün
etkisi de burada gözden kaçırılmamalıdır. Her ne kadar evlilik kurumu tek
eşlilik üzerine kurulmuşsa da, bu kurumun içine bir çatlak gibi sızan ve
aldatma eylemini meşrulaştıran söylemleri kültürün içerisinde bulabiliriz.
Aldatmayı, ‘erkeğin elinin kiri’ olarak gören düşünce burada sınırlı da olsa
taraflardan birine sözleşme dışına çıkma hürriyeti sağlamaktadır.
Tarafların
mahkemeye çıktığı sahnede ise Doğu-Batı karşıtlığı aynı zamanda erkek-kadın
ikiliği üzerinde verilmektedir. Özden Hanım, savunmasında Doğu toplumlarında
çok karılık, harem, cariyelik gibi kurumların hala yaygın olduğunu ve bu
ortamda eşini ve çocuğunu seven bir babanın mağdur edilmemesi gerektiğini
savunarak hâkimi boşanmama yönünde etkilemeye çalışır. Buna karşın Orhan Bey,
eski kanunların ve kuralların geride kaldığını ve artık modern saiklerin
benimsenerek yola çıkıldığı ülkemizde kadının özgürlüğünün korunması gerektiği,
Medeni Kanun hükümlerinin önemli olduğuna, buna göre de aldatmanın evlilikteki
sadakat ilkesinin çiğnenmesi olarak görüleceğinden varlığını sürdürmesi gereken
bir yuvanın olmadığını savunur. Hakim, mahkemeyi bir sonraki duruşmaya erteler.
Bu
sahnede enteresan olan husus, avukatların birbirlerinin savunmasından
etkilenmesidir. Orhan, Özden’in Doğulu bakış açısından etkilenir ve onun çok
iyi bir eş olacağını düşünür. Aynı şekilde Özden de, Orhan’ın kadın haklarını
canla başla savunan halini ‘ne modern bir erkek, bu erkekle evlenilirdi
doğrusu’ diye aklından geçirir. Fakat ilerleyen sahnelerde bu savunmalarda
kullanılan sözlerin karakterlerin iç dünyasını hiç de yansıtmadığı görülmektedir.
İlerleyen
sahnelerde Orhan ve Özden de birbirlerine yakınlaşmaya başlarlar. Özden,
Orhan’ın doğallığından etkilenir çünkü kendisi cemiyet hayatının saygın
ailelerinden birinin kızıdır, çevresindeki salon erkeklerini yapmacık
bulmaktadır. Orhan da Özden’in güzelliğinden ve kendisine olan sevgisinden
etkilenir. Çiftimiz, hızlı bir kararla evlenirler. Balayında Uludağ’a giderler
ve orada Orhan, eşini aslında hiç de tanımadığını fark eder. Eşi, çok farklı
çevrelerden samimi erkek arkadaşları olan ve bu arkadaşlarla olan ilişkisinde
flörtöz muhabbetlere de giren biri olduğunu görür. Orhan, her ne kadar modern
bir erkek avukat imajı çizse de, Bir Doğulu, daha doğrusu Anadolulu olarak
yetiştirilmiştir. Ona göre evli birinin karşı cinsten başka kişilerle bu kadar
samimi olması doğru değildir. Filmin pek çok yerinde, özellikle de alkolün
etkisi altındayken, kıskançlık krizleri geçirir. Her seferinde de pişman
olacağı şeyler yapar ve özür diler. ‘Kıskançlığa paydos’ sloganıyla eşini ikna
etmeye çalışır. Fakat Orhan’ın etkilendiği Özden, ilk mahkemede Doğu kültürünü
savunan kadındır. Bu kıskanmama çabası çok zorlama ve eğreti durmaktadır. Bunun
yanında Orhan, anne olmak isteyen bir partner istiyordur. Filmin sonlarına
doğru bu yüzden de eşiyle kavga eder. Özden, henüz kendini hazır hissetmediği
için bunu reddeder fakat Orhan ‘bir evlat istemek benim de hakkım değil mi,’
diye çıkışır.
Özden’in tarafına geçtiğimizde ise filmin başında kadın haklarını savunan erkeğin gerçek yüzünü görmüş olmanın hüsranını birkaç kez yaşamıştır. Öyle ki bir sahnede Orhan, Özden’i bir müvekkilinden bile kıskanmıştır. Birbirlerinin beklentisine uymayan ama yine de aralarında bir sevgi bağı olduğu için bazen kendilerini bazen de karşısındakini değiştirmeye çalışarak ilişkiyi sürdüren bu çift için evlilik oyunu hayli zorlayıcıdır.
Filmin
sonuna doğru Özden, hamile olduğunu annesine söyler. Fakat Orhan’la küs olduğu
için bunu Orhan’dan saklar. ‘Eğer ona hamile olduğumu söylersem, sırf bunun
için özür dileyecek. Gerçekten pişman olup özür dilerse ancak o zaman
affederim, dilemezse de çocuğumu kendim büyütürüm’ der. Bu sahnede Özden’in
annesi, çocuğu aldırması için baskı uygular, çünkü ‘çocuklu dul bir kadınla’
saygın bile olsa kimse evlenmek istemeyecektir. Burada kadınlara yönelik ayrımcılığın
çoğu zaman modernlik veya geleneksellik fark etmeksizin kendini gösterdiğini
görmekteyiz. Geleneklerin kadını maruz bıraktığı zorluklar var olmakla birlikte
modern, Batılı görünen ailemiz de bazı durumlarda çok farklı davranmamaktadır.
Filmin
son sahnesinde evlilik hakkında avukatlarımızdan birer tirat dinleriz. Orhan,
‘okumuş erkekleri’ temsilen, Özden de ‘okumuş kadınları’ temsilen bir
özeleştiri verirler:
“Asıl suçlu olan biziz, biz erkekler. Ne kadar okumuş olsak
da, alışkanlıklardan, şartlanmalarımızdan vazgeçemeyiz. Lafa gelince kadınlarla
eşit olduğumuzu kabul ederiz ama evlenince hemen despotluğa başlarız.
Çalışmasına engel olmaya kalkarız. Ruhsal bakımdan hazır olup olmadığını
düşünmeden çocuk isteriz. Harem düzeni çoktan yıkılmıştır, ama biz karımızdan
yine de cariyelik etmesini isteriz. Karımız hakkını aramaya kalkarsa
kabalaşırız, bağırırız, çağırırız, fazla bunalırsak dayak bile atarız. Üstelik
yine de kendimizi haklı buluruz...”
“Asıl suç bizde Hâkim Bey, biz okumuş kadınlar. Yuvayı
yapanın dişi kuş olduğunu unutturmuşlar bize, benlik, bencillik aşılamışlar.
Haremden çıkarmışlar ama birey de yapamamışlar. Kendi törelerimizden vazgeçip
Batılı olmaya özenmişiz ama onu da elimize yüzümüze bulaştırmışız. En doğal
kadınlık görevlerini yerine getirmeyi aşağılanma saymışız. Kadının en kutsal
görevi olan analık bize zor gelmeye başlamış.”
Bu
sahneden sonra Özden Orhan’a hamile olduğunu söyler ve çiftimiz mutlu bir
şekilde salondan ayrılır. Böylece film boyunca karakterler üzerinden işlenen kadın-erkek
çatışması iki tarafın da orta yola yaklaşmasıyla çözülmüş olur.
Yorumlar
Yorum Gönder