BEYAZ YAKA NASIL YABANCILAŞIR? (Yabancılaşma, Sosyal Darwinizm ve Statü Üzerine Bir Deneme)


    Yabancılaşma kavramı, Marx'ın bakış açısından ele alındığında işçilerin emeklerinin sömürülme ve sınıf bilincine sahip olma süreçleri için önem teşkil eden bir kavramdır. Burada yabancılaşmayı özne ile eylemi arasındaki amaca dayalı ilişkinin ortadan kalkması şeklinde tarif edebiliriz. Daha açık ifade edilirse proleter, ürettiği ürüne, üretim sürecine, diğer işçilere ve kendisine yabancılaşır. Modern üretim mantığında bir ürünü meydana getiren süreç çok küçük parçalara bölünerek her bir bölümdeki işçilerin farklı aşamalardan sorumlu olması sağlanır ve bu yöntemin verimliliği arttırdığı düşünülür. Mesela otomotiv fabrikasındaki bir işçi sadece montaj bandından geçen bir parçaya vida monte etmekle görevli olabilir ve tüm hayatı bu işi yaparak geçebilir. Bu işçinin otomobilin yapımında bir katkısı olmadığı söylenemez ama yine de işçi ortaya çıkan nihai ürünü kendi emeğiyle bağdaştıramaz, ürüne ve üretim sürecine yabancılaşır. Bunun yanında işçi eylemlerinde insaniliğini yitirmiş, bir makine gibi hissetmeye başlamıştır, bu da işçinin kendine yabancılaşmasını beraberinde getirir. Çalışmanın kolektif ruhu ortadan kaldırıldığı ve işçilerin birbirinden yalıtılması sebebiyle de işçiler birbirlerine yabancılaşmaktadır. 

    İşçi sınıfı dendiğinde akla genellikle mavi yakalılar gelir ama işçiliği emeğini satmak suretiyle geçimini sağlamak olarak düşündüğümüzde beyaz yakalıların da işçi sınıfına dâhil olduğunu söyleyebiliriz. Yabancılaşma kavramı da yukarıda ele alındığı şekliyle düşünüldüğünde daha çok mavi yakalıları ilgilendiren bir durum gibi gözükse de beyaz yakalıların çalışma pratikleri içinde de yabancılaşmadan izler görebiliriz. Yabancılaşmanın mavi yakalılar üzerinden tanımlanması, kavramın ilk ortaya çıktığı yıllarda bugünkü anlamıyla bir beyaz yakalı sınıfın oluşmamasından ileri geliyor olabilir. Beyaz yakalı yabancılaşmasının unsurlarına geçmeden önce beyaz yakalılar üzerine biraz daha konuşalım. 

    Beyaz yakalıların tanımlanmasına ilişkin üzerinde uzlaşılmış net bir tanım olmamakla birlikte farklı yaklaşımlar bulunmaktadır. Zihin-kas yaklaşımına göre, beyaz yakalılar mavi yakalıların aksine fiziksel değil zihinsel emek isteyen işlerde çalışanlardan oluşmaktadır. Bunun yanında beyaz yakalıların eğitimli oluşu, otoriteye yakınlığı, kapitalistlere ait fonksiyonları yönetmeleri gibi özellikleri üzerinden geliştirilmiş tanımlar da bulunmaktadır (Erdayı, 2012). Dijital içerik platformu Gain’de yayınlanan Beyaz Yaka isimli belgeselde de şu şekilde bir tanımlama yapılmıştır: “Kendini ‘bir şey’ zanneden ve toplum tarafından da ‘bir şey’ zannedilen bir işçi sınıfı.” (Aymelek, 2021). Bu tarif, beyaz yakalıların tarih sahnesine çıkışından itibaren geçerli olmasa da zamanla eğitimli nüfusun dramatik artışına bağlı olarak beyaz yakalı yedek işgücü ordusunun ortaya çıkması ve bu sınıfın değerinin azalmasıyla birlikte bugünkü gerçekliğine ulaşmış olabilir. 

    Bugünkü beyaz yakalıları tanımlayan noktalardan biri de sürekli bir statü kazanma ümididir. Üniversite eğitimlerini tamamlayıp stajyerlikle birlikte şirketlerde istihdam edilmeye başlayan beyaz yakalılar, uzun vadede statü sahibi insanlar olacaklarını ummaktadırlar. Bir kişinin toplumsal yapıda işgal ettiği konum olarak tanımlanabilen statü kavramı, kişinin kendi çabasıyla kazanıldığı gibi sahip olunan bir özellik sayesinde hazır verili olduğu de olabilir (Marshall, 1999) (Omay, 2017). 

    Bireyin toplumdaki konumunu en belirgin şekilde ifade eden unsurlardan biri de meslektir. Birbiriyle yeni tanışan insanların ilk sorduğu sorulardan biri, muhatabın ne işle iştigal ettiğidir. Meslek, bireyin statüsünün anlaşılmasında değerli bilgiler verir çünkü toplumun farklı mesleklere yönelik farklı değer yargıları vardır. Mesleğin statü noktasındaki önemi gayrimenkul sektöründe bile kendini göstermektedir. Örneğin evlerini kiralamak isteyen konut sahipleri, kiracının memur olmasını veya memur bir kefile sahip olmasını yeğlemektedirler. Memurluğun güvenceli ve sürekli geliri garanti eden bir meslek olması bu noktada statü arttırıcı bir işlev görmektedir. Mesleklerin ifade ettiği statü bağlama göre de farklılaşmaktadır. Bir mesleğin toplumda temsil ettiği statü konumu kabaca o mesleğe sahip olanların kazancıyla da doğru orantılı olarak artabilmektedir. Son yıllarda yürütülen bir araştırmada Türkiye’de en itibarlı görülen mesleklerin tıp doktoru, üniversite profesörü, hâkim gibi meslekler olduğu; buna karşın itibarı en düşük mesleklerin dansöz, falcı, seyyar satıcı gibi meslekler olduğu bulgulanmıştır (GZT, 2020). Bu bulgularda itibarlı mesleklere sahip olan insanların ortalama üstü bir gelirlerinin oldukları söylenebilir. Fakat itibarı düşük olan bazı mesleklerde de çok yüksek ücretlere çalışan insanlar vardır. Örneğin falcılık mesleğini icra edenler içerisinde muhakkak ki bir tıp doktorundan daha fazla kazananlar vardır. Son tahlilde statü-ücret arasındaki ilişkinin farklı değişkenlerle (mesela toplumun ahlaki normları) birlikte değerlendirilmesinde fayda vardır.

    Beyaz yakalılar da statü bağlamında geniş bir spektrumda temsil edilmektedir. Sahip oldukları statü; pozisyonları, kıdemleri, çalıştıkları kurum için ne anlam ifade ettikleri vs. çeşitli ölçütlere göre farklılaşabilmektedir. Fakat hangi konumlarda olurlarsa olsunlar yükselmenin, terfi almanın sınırı yoktur ve bu konuda da çalışma arkadaşları kıyasıya bir rekabet içerisindedir. Bu rekabet mobbingi, çalışanların birbiri aleyhine hareket etmesini gerektirmektedir aksi takdirde çalışkan bir personelin bile işinde tutunması zorlaşmaktadır. Bu tarz etik dışı girişimler de çalışanların bu durumu içselleştirmesiyle birlikte ‘ahlaki değerlere yabancılaşma’ sorununa sebep olur. Bir noktadan sonra plaza içinde yeni ahlaki kodlar üretilir ve bu kodlar içerisinde riyakarlık, dedikodu ve yalan makbul sayılabilmektedir. 

    Beyaz yakalıların kendine yabancılaşması da eylemlerinin öznesizleştirilmesinde kendini gösterir. Özellikle ‘verilen görevi sorgulamadan yerine getirme, emir kulu anlatısı’ üzerinden kendini gösteren bu yabancılaşma devlet memurlarında da kendini gösterir. Örneğin ceza yazmaya yetkili memurların gelen itirazlara ‘yönetmelik böyle, yapabileceğim bir şey yok’, ‘biz de emir kuluyuz’, ‘kesin emir var, maalesef bunun dışına çıkamam’ gibi açıklamaları getirmesi yapılan işin işi yapanın kişiliğinden ayrılması sayesinde gerçekleşmektedir. Tabi ki memurların görevi kendi şahsi yargılamalarının ötesinde yazılı olarak belirtilen hükümleri eksiksizce uygulamaktır fakat bu uygulamanın da bir çeşit yabancılaşmaya sebep olduğu söylenebilir. 

    Beyaz yakalıların yabancılaşmasının bir boyutu da paradoksal şekilde ‘işe yabancılaşamamadır.’ Mavi yakalı işçiler, mesai saatleri bittiğinde fabrikadan çıkar ve sonraki iş gününe kadar işi düşünmek veya en azından işi yapmak zorunda kalmazlar. Fakat beyaz yakalı çalışanlar tatile çıktığında bile işi düşünür, sürekli işle ilgili bir konu hakkında aranma ihtimali vardır. İş arkadaşlarından daha çok çalıştığını göstermek için gece 2’de bulunduğu departmana proje maili atan çalışanlar bile vardır. Bu durum, işin hayatın tüm alanlarını kaplamasını ve işten uzak kalmanın zorluğunu betimler. Yaptığı işten kendini soyutlayamayan işçi, işe yabancılaşacak vakti bulamaz.

    Beyaz yakalı yabancılaşmasının bir boyutu da, en azından Türkiye örneği için’ ‘ana dile yabancılaşmadır.’ “Meetingleri set etmek, mailleri forward etmek, to do itemleri check etmek’ gibi örneklerini çoğaltabileceğimiz melez bir dil kullanılarak çalışanlar kendi ana dillerine yabancılaşmaktadırlar. Plaza içi evreni dış dünyadan ayıran bu terminoloji, çalışanların yaptıkları işin mavi yakalıların yaptığından çok farklı olduğunu gösterme çabasının bir ürünü müdür yoksa bu işlerin daha küresel düzeyde yürütülmesinin yan etkilerinden midir bilmiyorum fakat yapılan işe yönelik gerçekçi algılamaların engellenmesine sebep oluyor olabilir. 

    Yine Beyaz Yaka belgeselinde, mülakat yapılan çalışanlar bazen yaptıkları işin çok anlamsız olduklarından yakınmışlardır: “Bazen bir toplantıya giriyorum. Bence teknik olarak o kadar saat o toplantıda durduysak çıktığımızda dünyayı kurtarmış olmamız lazım. Benim değiştirdiğim şeyler kimsenin hayatında bir şey değiştirmeyecek.” Burada beyaz yakalıların yaptığı çoğu işin somut bir şeyler üretmekten uzak oluşuna değinilmiştir. Personellerin işe para kazanma dışında bir anlam yükleyememesine sebep olan bu durum, anlamsızlık hissine sebep olmaktadır. Aslına bakılırsa beyaz yakalılar, spesifik uzmanlık alanları sayesinde sermaye sahiplerinin servetlerini kontrol edici bir misyona sahiptirler fakat yine de yapılan işin somut çıktılarının olmadığı durumlarda bir işe yabancılaşma durumu kendini gösterebilmektedir.

    İş yaşamında sömürü düzeninin hakim olmasını sağlayan unsurların, çalışanlarda öfkeye ve isyana sebep olmasının önüne geçmesi için de çalışmalar yürütülmektedir. Örneğin hizmet içi eğitimler arasında en çok işlenen konulardan birinin ‘öfke kontrolü’ olması tesadüfi değildir. Burada çalışanın öfkesinin kaynağı olan sömürü ilişkileri ortadan kaldırılmaz, onun yerine bastırılır. Çünkü öfkenin dışavurumu örgütün işleyişini sekteye uğratır. Bunun yanında şirketler tarafından çalışanlara sık sık verilmeye çalışılan ‘biz bir aileyiz’ mesajı da bu bastırma mekanizmasının bir parçasıdır.  

     Yoğun çalışma temposu, mevki savaşları ve yabancılaşmaya sebep olan tüm etkenlerin amacı esasında statü sahibi olmaktır. Daha yüksek maaş, daha iyi bir unvan, saygınlık bu noktada hiç bitmeyen arzuların odağında bulunmaktadır. Nasıl ki kapitalizm her zaman daha çok kârı hedefliyorsa, aynı şekilde beyaz yakalı çalışanlar da mesleğinde yükselmeyi, sürekli daha iyi bir konumda olmayı hedeflemektedirler. Bu duruma uyum sağlayamayanlar ise gözden düşerler.

    Biyolojideki evrim kuramına göre canlıların hayatta kalması ve türlerinin varlığını devam ettirmeleri, bulundukları ortama ne kadar iyi uyum sağladıkları ile ilişkilidir. Ortama uyum sağlayan daha güçlüdür ve soyunu devam ettirir. Bu temel düşüncenin sosyal yaşama uyarlanması olarak tarif edilebilecek Sosyal Darwinizme göre ise ortama uyum sağlayan bireyler soylarını sürdürmektedirler. Bu süreç doğallaştırıldığı ölçüde idealize edilmiştir. Yani insan türünün iyiliği de ortama uyum sağlayanların varlığını devam ettirmesine bağlıdır. Beyaz yakalıların da statü sahibi olmak için iş yaşamının tüm olumsuzluklarına uyum sağlamaları gerekmektedir. Bu adaptasyon bazı ahlaki değerlerin yitirilmesini normalleştirmekte ve bu değişim sonunda iş dünyasına has ahlaki normları oluşturmaktadır. Bu yeni değerlere uyum sağlayamayan bireyler, ‘kaybeden’ (loser) şeklinde tanımlanırlar. 

    Bu noktada, bir şirkette tutunamayan bireylerin ‘uyumsuz’ olarak nitelendirilmesi ile ‘adil dünya inancı’ fenomeni arasında ilişki kurulabilir. İnsanlar, bilişsel olarak ‘öngörülebilir, tahmin edilebilir’ bir dünyada yaşadıklarına inanmak isterler. Bu noktada dünyanın da adil bir yer olduğu ve hak edenin muhakkak kazançlı çıkacağı şeklinde bir inanca sahip olurlar. Bu inancın negatif yönü ise başına musibetler gelen insanların da yaşadıklarını hak ettikleri yönündeki içsel inançtır. Örneğin toplumsal gündeme oturan ‘taciz’ olaylarında, tacize uğramış bireyleri suçlayan argümanlar, kimi kimseler tarafından dillendirilir, bu tip anlatılar dünyanın öngörülebilir olduğu ve insanın başına gelebileceklerini kontrol etme konusunda tüm güçlü konumda olduğu şeklinde söyleyebileceğimiz konformist argümanları destekler. İş yaşamında da sömürü ilişkilerini içinde barındıran çalışma şartlarına dayanamayıp ayrılan bireylerin ‘zora gelmeyen, hassas, dayanıksız’ şeklinde tanımlanmaları fakat çalışma ortamındaki çarpıklıklara hiç değinilmemesi buna örnek gösterilebilir. Son tahlilde bulunduğu habitata uyum sağlayanlar statü sahibi olma ümitlerini yabancılaşmak bedelini de ödeyerek sürdürürken bunu beceremeyenler sistem dışında kalmaktadır.

Kaynakça

Aymelek, Ü. O. (2021). Beyaz Yaka Gain. https://www.gain.tv/v/XZm81GyQ/beyaz-yaka-1-bolum

Erdayı, A. U. (2012). Beyaz yakalıların tanımlanması üzerine. İş Güç, Endüstri İlişkileri ve İnsan Kaynakları Dergisi, 14(3), 65-80. 

GZT. (2020). Türkiye'de 'en itibarlı meslekler' listesi yayınlandı. https://www.gzt.com/jurnalist/turkiyede-en-itibarli-meslekler-listesi-yayinlandi-3545966

Marshall, G. (1999). Sosyoloji Sözlüğü, çev. Osman Akınhay-Derya Kömürcü, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara. 

Omay, U. (2017). Post Homo Servus. Beta. 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yükleme Kuramları ve Yanlılıkları (1. Parça)

Deli Deli Küpeli (1986) Filmi Işığında Toplumsal Eşkiyalık Kavramı

Norm ve Uyma Davranışı