Özcülüğün Reddi ile Müslüman Düşüncenin Radikal Reformu Arasında - Asma Lamrabet (Kitap Bölümü Özeti)

 

Özcülüğün Reddi ile Müslüman Düşüncenin Radikal Reformu Arasında

Asma Lamrabet

(Zahra Ali'nin İslami Feminizmler isimli kitabında, Asma Lamrabet'in yazdığı bölümden alınmıştır.)



İslam üzerine yapılan tartışmalarda kadınlar önemli bir yer tutar. Bunun temelde iki nedeni vardır. Biri, Batı’nın İslam’ı tarih-dışı bir olgu olarak ele alması ve oryantalist bir şekilde değerlendirmesidir. Edward Said’in de değindiği bu oryantalizm, Batı’nın Doğu üzerinde hâkimiyet kurma, yeniden yapılandırma ve otorite sağlama araçlarından biridir. İkinci sebep ise Müslüman toplumların insani gelişmişlikte gerçekten de geride kalmış olması ve ataerkil kültür yapısıyla entegre olmasıdır.

Müslüman toplumlarda kadınlar yüzyıllar boyu edilgen özneler ve pasif kurbanlar olarak görülmüş ve din adı altında maruz kaldıkları bu durum idealize edilmiştir. Tüm monoteist dinlerde olduğu gibi İslam’da da dini tekeline almak isteyen erkekler, dinde kadını kendi amaçlarına göre konumlandırmış, ikincil faaliyetlerle sınırlamışlardır.

Dünyadaki tüm kadınlar nasıl birbirinden farklılarsa Müslüman toplumlar içindeki kadınlar da birbirinden o derece farklıdır. Mısır’da, Türkiye’de, Endonezya’da veya Arabistan’daki Müslüman kadınların hayattan beklentileri ve öznelikleri farklılaşmaktadır. Bu durum, tek tipleştirici Müslüman kadın stereotipleri ile çelişmektedir. Kadına yönelik baskı ise evrenseldir ve her sosyopolitik veya coğrafi bağlamda farklı şekilde kendini göstermektedir.

Müslüman toplumlarda kadınlar özneliklerini oluştururken gelenek ile modernlik ikilemi arasında bırakılmaktadır. Fakat paket halinde seçilmesi gerekiyormuş gibi sunulan bu alternatifler kadının özgürlüğünü farklı şekillerde ketlemeye devam edebilmektedir. Dayatılan bir kültürel gelenek olarak İslam’a uygun yaşamak ile din karşıtlığı olarak konumlandırılmış modern yaşam arasına sıkışıp kalmaktadırlar. Başta seçim yapması kolay gibi dursa da huzurlu bir maneviyat ve özgürlük isteği arasında denge gözetmeye çalışan kadınlar için bu seçim oldukça zorlaşmaktadır.

Bu yapay ikilemden arınmak için yapılması gereken geçmişin gerçekçi bir yeniden okumasını yapmaktır. Esas problem, Kuran’ın özgürleştirici mesajına ve peygamber geleneğine rağmen kadını değersizleştiren bir kültürün kök salmış olmasıdır. Kuran’a yönelik yeniden okuma çabası, ayetleri hitap ettikleri bağlama göre kategorize etme üzerinden ilerleyebilir. Kuran’da evrensel olan, mekan ve zamana sıkıştırılamayan ayetler ile nazil olduğu Arap toplumundaki güncel ihtiyaçlara cevap veren ayetler vardır. Metne sadık kalmak bu iki kategoriyi birbirinden ayırmayı gerekli kılar. Fakat erkek şerhi, kadınlar ile ilgili bağlamsal okumaya tabii tutulması gereken ayetleri de evrensel olanların üzerine bina etmiştir. Bu bağlamda toplumdaki kabile-aşiret yapısına bir karşı çıkış niteliği taşıyan yenilikçi ayetleri görmezden gelmektedir. Kuran’ın evrenselliğini koruması için bağlamsal ayetlerin yeniden yorumu gerekiyor.

Kuran’da Havva’nın ikinci olarak yaratıldığından ve ilk günahtan sorumlu olduğuna ilişkin bir anlam çıkmamasına rağmen yorumlarla metnin özü ihlal edilmektedir. Ayrıca Kuran’da hikayesi anlatılan bazı kadınların mücadeleleri (Hz. Musa’nın eşi, Hz. İbrahim’in eşi Hacer, Saba melikesi Belkıs, Hz. Meryem) yok sayılmaktadır. Tarihi bağlam dikkate alındığında Kuran’ın bağımsız ve namuslu bir statü sağlamaya yönelik sonuçları maskülen tefsirler ve İslam anlayışına terk edilmiştir.

Birbirinden ayrılması gereken bir diğer ikili de şeriat ve fıkıh kavramlarıdır. Fıkhın şeriattan farkı kutsal olmayıp üretildiği toplumun bir parçası olmasıdır, bu bağlamda değişikliklere de tabidir. Fıkıh üreticilerinin kişisel kanaatlerinin kutsal olanla aynı seviyede önem arz etmesi doğru değildir. Bunun yanında fıkha yönelik eleştirel bir yaklaşım getirilmeli ve gerekirse radikal reformlar da devreye sokulmalıdır. Şeriat amaçları arasında insanlar arası eşitlik varken fıkıh ataerkil yorumuyla cinsiyetler arası eşitsiz bir ilişki yaratmaktadır. Kuran, kadınların haklarından bahsederken fıkıh, kadınların sadece görev ve sorumluluklarından, kadınların kocalarına mutlak bağlılığından bahsetmektedir.

Peki şimdiye kadar kadınların da aktif olduğu bir dini ortam hiç gerçekleşmemiş midir? En büyük İslam tarihçilerinden İbn Hacer, eserinde İslami ilimler eğitimi veren üç yüz kadını kaydetmiştir. Fakat bugün onların isimlerini ve eserlerini bilen kalmamıştır. Kadınlar, onları dinî bir baskı olarak gördüğü başörtüsünden kurtararak medenileştirmeyi amaçlayan sömürgeci diskur ile onları kuşatma altındaki İslâmî kimliğin son siperi addeden milliyetçi ve gelenekselci söylem arasında hapsolmuştur. Bu konular çerçevesinde yapılan tartışmalar da kadınların meşru isteklerini yok sayan ve ifrat-tefrit arasında sıkışmalarına yol açan tartışmalar olarak devam etmektedir.

Fakat bütün bu ayrımcılığın, tahakküm ilişkisinin ortadan kaldırılması için tekrardan kadınların etkin olması gerekmektedir. Müslüman kadınlar tekrardan söz sahibi olmalı, haklarını talep etmeli ve ataerkil diskuru yıkmak için dini yeniden yorumlamalıdır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yükleme Kuramları ve Yanlılıkları (1. Parça)

Deli Deli Küpeli (1986) Filmi Işığında Toplumsal Eşkiyalık Kavramı

Norm ve Uyma Davranışı